Gazibey Köyü Sivas
 
  ANA SAYFA
  VİDEOLAR
  RESİMLERİMİZZZ
  TÜRKÜLER
  GAZİBEY TV.
  KÖYÜMÜZDEN HABERLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  KÖYÜMÜZ HAKKINDA HERŞEY
  İŞTE GÖNDERİLEN ŞİİRLER
  ANKETLER
  MÜZİK ODASI
  ŞEHRİMİZ SİVAS
  ŞARKIŞLA FOTOĞRAFLARI
  KANGAL KÖPEĞİ
  İLGİNÇ BİLGİLER
  => İnsanlarla İlgili Olanlar
  => Bunları biliyor muydunuz ?
  => Hayvanlarla İlgili Olanlar
  => Tarihle İlgili Olanlar
  => Bilim İle İlgili Olanlar
  => Dinle İlgili Olanlar
  => Dünya İle İlgili Olanlar
  => Doğa İle İlgili Olanlar
  => Harflerle İlgili Olanlar
  => Batıl İnançlar İle İlgili Olanlar
  => Komikler
  => En İlginçler
  => Eskilerden Sözler
  => Ünlülerle İlgili Olanlar
  BİLİM-KÜLTÜR-SANAT
  DİNİ İÇERİKLER
  EĞLENCE
  İletişim
  GAZETELER
  Gazete
  HAVA DURUMU
 
  SİVASSPOR
 
  GALATASARAY
  FENERBAHÇE
  BEŞİKTAŞ
  DÖVİZ KURU
 
  Sayaç
  ...
Hayvanlarla İlgili Olanlar


Dinozor (Dinosaur)
Dinozorlar, 160 milyon yıl civarında kara hayatına egemen olmuş hayvanlardır. Dinozor, Yunanca'da korkunç kertenkele anlamına gelen iki sözcüğün birleştirilmesinden oluşturulmuştur. Bunun nedeni, geçmişte bilim adamlarının dinozorları bir cins kertenkele sanmalarıdır. Türkçe'de yaygın; fakat yanlış olarak "dinazor" diye yazıldığı da olur. Dinozorlar, yeryüzünde ilk kez 230-225 milyon yıl önce göründüler. 65 milyon yıl önce ise, çok sayıda dinozor türünün nesli tükenmişti.

Dinozorların 160 milyon yıl kadar yaşamasının sebeplerini şöyle açıklayabiliriz:
1. Çevreye uyum sağladılar.
2. Puflu ve su geçirmez derileri sayesinde korundular ve kuru kaldılar.
3. Sert kabuklu yumurtaları sayesinde pek çok yavru yaşadı.
4. O dönemde yaşayan diğer hayvanlara oranla daha kolay yürüdüklerinden kolayca yiyecek bulup, düşmanlarından kaçtılar.
5. Bazı dinozorlar ot, bazıları da et yediklerinden yiyecek sıkıntısı çekmediler.
Yeryüzünde çok sayıda dinozor türü bulunmaktaydı (1000 civarında). Bunlardan kimi bitkilerle beslenirken (sauropod), kimi et yiyordu (theropod). En kalabalık otçul dinozor türleri, "apatosaurus" ve "brachiosaur" idi. Bunlar gelmiş geçmiş en büyük hayvanlardandı. Örneğin apatosaurus, 30 ton ağırlık ve 21 metre uzunluğa ulaşabiliyordu. Diğer otçul dinozorlar, kendilerini etçil dinozorlardan korumaya yarayacak özel silahlara sahipti. Örneğin triceratops, başında üç boynuz taşırken, ankylosaurus çıkıntılı kemiklerle korunuyor, styracosaurus'un kuyruğunda ise sivri dikenler bulunuyordu.

Etçil dinozorlar, tıpkı insanlar gibi arka ayaklarının üzerinde yürüyorlardı. Ön ayakları çok küçüktüler. Spinosaurus, Tyrannosaurus, Carnotaurus gibi bazıları son derece büyükken, compsognathus (yaklaşık 5,5 kg ve 60 cm) gibileri de son derece küçüktü.

Dinozorların yumurtaları oldukça kalın kabukluydu. Bu kabuk içerisindeki yavruyu koruyor ve içindeki özel bağ sayesinde yavru güven içinde büyüyordu.

Dinozorlarla aynı dönemde "pterosaurus" gibi uçabilen canlılarda vardı, ama bunlar, dinozorlarla çok yakından ilgili değildi. Aynı zamanda "ichthyosaurus" ve "pleisiosaurus" gibi çok sayıda yüzebilen sürüngen de vardı. Ama bunlar da dinozorlarla yakın bir ilintiye sahip değillerdi.[1]
Bilim dünyası dinozorlarla gerçek anlamda, 19. yüzyılın ortalarında yaşayan İngiliz doğa bilimci Sir Richard Owen'in çalışmalarıyla ilgilenmeye başladı. Owen bu hayvanları, 1841 yılında, Yunanca "deinos" (korkunç) ve "saurus" (kertenkele) anlamına gelen iki sözcüğün bileşiminden oluşmuş "dinozor" adıyla adlandırdı. Ancak dinozor fosillerine yönelik çalışmalar, 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirildi. Nitekim, bu hayvanların 600 kadar çeşidinin yüzde 40'ı, 1970 yılından sonra bulundu.

Bilimsel araştırmalar dinozorların tarih öncesi, dünyanın her kıtasında yaşadıklarını gösteriyor. Son olarak 1986 yılında Antarktika'da zırhlı ir "Ankylosaurus"a ait fosil ve bir "Drnithopood" iskeletinin bir bölümü ortaya çıkarıldı.

Alaska'da elde edilen dinozor bulgularıyla birlikte, onların Kuzey Kutbu enlemlerinde de yaşadıkları kanıtlandı. Ne var ki, dinozorların büyük bir bölümü soğuk ve kış olan bu kutup bölgelerinde bütün bir yılı geçirdikleri söylenemez. Daha mantıklı bir açıklama, yaz aylarında düşmanları tarafından kovalanan otobur dinozorların bazılarının kuzeye, Batı Kanada'ya doğru giderek, taze yiyecek aramış olmaları...

Orta Asya'daki Gobi de dinozorlara ait pek çok kalıntı sağlayan bölgelerin başında geliyor. Buradaki ilk bulgulara, 1920 yılında ortaya çıkarılan "Protoceratops" cinsinden dinozorlara ait... Çinli ve Kanadalı fosil uzmanları, 4 yıl süren uzun kazılardan sonra birçok fosil bulgusuna rastladılar. Tüm bu çalışmalar gösteriyor ki, dinozorlar en azından uzunca bir dönem gezegenimizin tüm kıtaların yayılmış ve yeryüzünün mutlak hakimi olmuşlardı.

Bir zaman aracına binelim ve bundan tam 200 milyon yıl öncesine bir yolculuğa çıkalım. Şimdi, jeologların "Triyas Dönemi" adı verdikleri çağın tam ortasında bulunuyoruz. Yeryüzü henüz tek bir dev kıta görünümünde. "Pangea" adı verilen bu kıtayı, yine tek ve dev bir okyanus, "Panthalassa" çevreliyor.Ana kıta henüz devasa bir çöl yapısında... Sadece okyanus kıyılarında tropikal ormanlar yer alıyor.

İklim, sıcak ve kurak. Kutup bölgelerinde de buzullar oluşmamış. Çünkü, bu noktalarda sıcaklık ortalama 10 derece civarında... O günlerde, daha sonra dönemin tüm kıtalarını istila edecek dinozorlar evrimlerinin henüz başlangıç aşamasında...

Fosil araştırmalarından çıkan bilim sonuçlara göre, o tarihlerde dinozorlar, mevcut hayvan coğrafyası içinde çok küçük bir yüzde oluşturuyorlar. O dönemde faunaya hakim olanlar, "Therapsida" takımından ve sürüngen-memeli olarak tanımlanıyor. Nedeni ise, özel kafatası yapıları. Bu hayvanlar daha sonra memelilerin içinde eriyip yok oldular.

Ancak, o tarihlerde yeryüzüne egemen olan hayvanlar, nemli iklim koşullarına mükemmel bir uyum gösteren amfibyumlar, yani iki yaşayışlılar. Nitekim, bu hayvanlar dinozorlardan önce de yaşıyorlardı. O günün bitki yapısı ve doğa koşulları, memelilerin varlıklarına sürdürmelerini zorlaştırıyordu. Gökyüzünde ise, ilk uçan sürüngenler belirmişti.

Dinozorların, Triyas Dönemi'nin sonlarına doğru, yeryüzüne egemen olmaları için birkaç milyon yıl gerekti. Peki ama onların diğer sürüngenlere oranla avantajları neydi?

Birçok araştırmacıya göre, dinozorlara bu üstünlüğü ayak yapıları sağlıyordu. Öteki sürüngenler, kenarlara doğru yayılmış ayaklarla yürümek zorundaydılar. Bu da ciğerlerine yeteri kadar hava alıp vermelerini engelliyordu. Oysa dinozorlar, gövdenin altındaki düz ayakları sayesinde dik durabiliyorlardı. Böylece, hem koşup hem nefes alabiliyorlardı. Bunun sonucunda da, çok hızlı hareket edebiliyor ve uzun süre bu duruma dayanabiliyorlardı. Yine bu özellikleri nedeniyle, zamanla ön ayaklarını birer saldırı ve savunma silahına, hatta giderek kanatlara dönüştürdüler.

Yaklaşık 160 milyon yıl önce, dinozorlar yerküre üstündeki en geniş hayvan topluluğuydu. Ancak, günümüzden 65 milyon yıl önce, çok kısa bir sürede soyları tükendi. Dinozorların neden yok olduğu sorusunun yanıtı yıllarca araştırıldı. Bütün olasılıkla, bu sorunun yanıtı hiçbir zaman tam olarak verilemeyecek.

Şimdilik, 65 milyon yıl önce, Kretase Dönemi'nin sonlarında, iklimde meydana gelen kısa süreli, ancak şiddetli bir değişiklik, bu sorunun en mantıklı yanıtı gibi görünüyor. Bunun yanı sıra, hem doğal hem de uzay kaynaklı felaketler de öne sürülüyor...

Uzay teorilerinden biri, "ölüm yıldızı" diye adlandırılan ve pek çok bilim adamının varlığına inanmadığı "Nemesis" yıldızı... Teoriye göre, her 26 milyon yılda bir binlerce yüzyıl süren bir kuyrukluyıldız yağmuru dünyayı etkisi altına alıyor. Bunlardan bazılarının atmosferde bıraktığı birikmiş parçalar, güneş ışınlarının önünü keserek dünyayı yıllarca karanlıkta bırakıyor. Gökyüzünün kararmasıyla düşen sıcaklık ise, pek çok hayvan ve bitkinin yok olmasına yol açıyor.

Bir başka dünya dışı teori ise, Güneş'e yakın bir yıldızın belli aralıklarla yer değiştirerek kuyrukluyıldızları yörüngelerinden çıkardığı ve onları Dünya'ya doğru yönlendirdiği yolunda... Bazı bilim adamları ise, bu felaketleri "X" gezegeni olarak adlandırılan onuncu bir gezegenin varlığına bağlıyorlar.

Öteki kanıtlar, yok oluşun doğal felaketlerden kaynaklandığını gösteriyor. Yaklaşık 65 milyon yıl önce meydana gelen en büyük volkanik patlamaların birinde, akışkan bazaltlar, Hindistan'ın Dekkan Yaylası'nı oluşturmuştu. Bu, belki de o zamanlarda dünyanın ikliminin değişmesinin nedeniydi. Bu değişiklik, dinozorları başka yönlerden de etkilemiş olabilirdi.

Kuluçkadan çıkmamış "Sauropod" yumurtalarında, bol miktarda, az bulunan bir element olan selenyum tespit edilmişti. Selenyumun yer altından yüzeye çıkması, volkanik patlamalar sonucu oluyordu. Epeyce zehirleyici olan bu elementin yüksek miktarlarının, kuluçkadan sonra tavukların yumurtadan çıkmasını engellediği biliniyordu. Aynı etkinin dinozor yumurtaları için de geçerli olduğunu düşünmek, pek de uçuk bir düşünce değildi.

Peki, neden dinozorlar öldü de kuşlar yaşamaya devam etti? Sadece bitki yiyenlerin yüksek dozda selenyum almış olabileceği fikri, olası bir açıklama. Çünkü, toz halinde selenyum yüklenen bitkileri yiyen dinozorların yumurtalarına zehrin geçmesi kaçınılmazdı. Otoburların soylarının böylece tükenmesi, etoburlara yiyecek bir şey bırakmayarak bu hayvanların da yok olmasına yol açtı.

Dinozorların yok oluşunu açıklamaya çalışan teorilerden en popüler olanı, dinozor yumurtalarının, dinozor döneminin ilk yarısında ortaya çıkan küçük memeliler tarafından yendiğini iddia ediyordu. Dinozorlar, bu memelilerle başa çıkamamışlardı. Çünkü, sıcakkanlı olan bu hayvanlar çok hızlı hareket ediyor ve rahatlıkla saklanabiliyorlardı.

Bu teori, az sayıda dinozor yumurtası bulunmasını da açıklıyordu. Ancak, 100 milyon yıl boyunca, memelilerle dinozorların nasıl bir arada yaşamaya devam ettikleri sorusuna bir yanıt getiremiyor.

Bir başka düşünce de, dinozorların aptal ve kolay uyum sağlayamayan yaratıklar olduğu ile ilgili. Bu teoriye göre, dinozorlar git gide büyüyerek çevreye ayak uyduramayan yaratıklar haline gelmişler, gövdeleri büyürken beyinlerinin küçük kalması, onların uyum güçlüğü çekmelerine yol açmıştı. Örneğin, 30 tonluk bir "Brontosaurus"un beyni sadece 226,5 gram çekiyordu.

1946 yılında bir paleontoloji uzmanı, büyük hayvanların küçük hayvanlar kadar sıcaklık yaymadıklarını, bu nedenle de küçük bir sıcaklık artışının 10 kiloluk bir erkek dinozorun testislerini fazlasıyla ısıtarak spermlerini öldürebileceğini öne sürmüştü.

Dinozorların soylarının tükenmesindeki etken büyüklükleri değilse de, onların yeme alışkanlıklarıydı. Sadece bir tek çeşit bitki ile beslenen dinozorlar, belki de bu bitkilerin ortadan kalkmasıyla yok oldular. Belki de, seçebilme özelliklerinin var olmaması nedeniyle zehirli bitkileri yiyerek öldüler.

Diğer bilim adamları, Kretase Dönemi'nin sonlarına doğru, deniz seviyesinin düşmesi sonucu iklimde meydana gelen yavaş değişmeleri, dinozorların soylarının tükenmesi için yeterli buluyorlar. Amerika'da yapılan araştırmalar, iklimin daha soğuk ve nemli hale geldiğini, ayrıca büyük dinozor topluluklarına yeterli yer kalmadığını da ortaya koyuyor. Tüm bu hipotezleri destekleyen pek çok kanıt var.

Belki de Kretase Dönemi'nin sonlarında meydana gelen bir dizi felaket, dinozor türünün aniden ortadan kalkmasına katkıda bulunmuştu. 65 milyon yıl öncesine ait bu sır perdesinin aralanması için yapılan araştırmalar arttıkça, o günlerde yaşananların günümüzü ne kadar etkilediği daha kolay anlaşılıyor.

Dinozorların ortadan kalkmasıyla, bu ürkütücü yaratıkların yanı sıra yaşamlarını belli belirsiz sürdüren memelilere de gün doğmuştu. Dinozorların boşalması, memelilerin git gide gelişerek çoğalmalarını, en son dinozorlardan 61 milyon yıl sonra da atalarımızın ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Ne var ki, sadece dinozorların yok olmasını açıklayan bu teoriler, o dönemlerde yaşayan diğer türlerin yok oluşlarına bir açıklık getirmiyor. Bu nedenle bilim adamları, dünya dışından gelmiş etkilere daha sıcak bakıyorlar.

Sinema tarihi boyunca yapımcıların en çok dikkatini çeken doğal yaratıkların başında dinozorlar geliyor desek, pek de yanılmış olmayız herhalde. Gerek görkemli ve korkunç görünümlü gövdeleri, gerek gizemli yok oluşlarıyla vazgeçilmez senaryo malzemesi oldular hep Film yapımcıları, teknik yetersizliklerden dolayı başarısız kalan girişimleri nedeniyle kimi zaman küçük düştüler, kimi zaman iflas ettiler.

Ta ki, Steven Spielberg'in Jurassic Parkı'na kadar Bilgisayarlı Görüntü Yaratma (CGA) tekniğiyle, yine Spielberg'e ait Industrial Light&Magic Laboratuarlarında hazırlanan film, sinema efekti teknolojisinde yeni bir çığır açtı. Bu teknoloji daha sonra izleyiciyi "The Lost World" (Kayıp Dünya) ve Walt Disney Pictures'in dijital fotoğrafçılık ve özel efekt sihirbazlığını harmanlayarak "Dinasour" filmini buluşturdu.

"Dinasour" filmindeki 12 ana karakter ile 30'u aşkın dinozor cinsi, tasarımcılar, animatörler ve yönetmenlerin hummalı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarıldı.

Görsel bir şölenin sunulduğu "Dinasour" filmi, dijital film teknolojisindeki en önemli adımlardan biri. Çünkü, bilgisayarla yaratılan görüntülerle doğa, ilk kez bu kadar gerçekçi bir üslupla birleştiriliyor ve izleyiciyi tarih öncesi çağlara götürüyor.[2]
Yok Oluşları
Dinozorların nasıl yok olduğuna dair bugüne değin bir çok iddia ortaya atılmıştır. Geçmişte, dinozorların kısa bir süre içinde toplu olarak nasıl yok oldukları uzun bir süre açıklanamamış ve yanardağ patlamalarından dünyadaki iklim değişikliklerine kadar çeşitli teoriler ortaya atılmıştır.

1980'de ise Nobel ödüllü fizikçi Luis Alvarez ve oğlu jeolog Walter Alvarez dinozorları bir göktaşının ortadan kaldırdığını ileri sürdüler. Alvarezler'in bu görüşü 80'li yılların sonları ve 90'lı yılların başlarında bilim çevrelerinde ağırlık kazanmış ve ilerleyen yıllarda da ortak kabul olmuştur. Yapılan araştırmalar da bu görüşü kanıtlamıştır. Dinozorların nasıl yok olduğuna ilişkin bilim adamlarının sahip oldukları bu görüş dinozorların sonunun 65 milyon yıl önce yaklaşık 10 kilometre çapında bir göktaşının Dünya'ya çarpmasıyla gerçekleştiğini açıklar. Bu göktaşı saatte 54.000 km hızla Meksika'nın Yukatan Yarımadası açıklarında Dünyaya çarpmış ve çarpma anında 200.000km³ (her bir kenarı 58.480 tane çamaşır makinesinden oluşan dev bir küp olarak düşünülebilir!) madde buharlaşmış, erimiş ya da yüzlerce kilometre öteye savrulmuştur. Bu çarpma sonucu canlı türlerinin %70'inden fazlası yok olmuş ve 170 km çapındaki, Dünya'nın en büyük kraterlerinden biri olan Chicxulub krateri meydana gelmiştir. Çarpmanın 100 milyon megaton TNT'ye eşdeğer bir enerji açığa çıkardığı tahmin edilmektedir. Çarpma sonucu oluşan toz tabakası atmosferi kaplamış, Dünya aylar boyu karanlıkta kalmış, sıcaklık suyun donma derecesine kadar düşmüş ve asit yağmurları yaşanmıştır. Aylarca süren bu karanlık ve soğuk dönemde bitkilerin fotosentez yapamaması besin zincirini yıkmış ve bu felaketler zinciri de dinozorların sonunu hazırlamıştır.Dünya hiç güneş görmeyince buz devri oluşmuştur. Dinozorlar da bu sırada ölmüştür.[1]
Kaynaklar
[1] tr.wikipedia.org/wiki/Dinozor
[2] www.focusdergisi.com.tr/doga/00310/

Örümcek Ağının Esrarı Çözülemiyor
Bilim insanlarının asırlardır kimyasındaki esrarı çözmek için çalışmalarını sürdürdüğü örümcek ağlarının, aynı kalınlıktaki çelik telden 5 kat daha sağlam olduğu belirlendi.

Taklit edilmesi durumunda teknoloji ve endüstride kullanılabileceği pek çok alan hayal bile edilemezken, örümcek ağlarının kimyasal özellikleri sebebiyle gerçek birer mühendislik mucizesi olduğu bildirildi. Uzmanlar iz bırakmayan ameliyat ipliklerinden, çok hafif kablolara, kurşun geçirmez kumaşlardan esneyen emniyet kemerlerine kadar pek çok alanda kullanılacak olan ağların esrarını çözmeye çalışırken ilginç bulgulara ulaştı.

Çapı bir milimetrenin binde birinden daha küçük olan örümcek ipliğinin aynı kalınlıktaki çelik telden 5 kat daha sağlam olduğu tespit edilirken, ağın kendi uzunluğunun 4 katı kadar esneyebildiği kaydedildi. Ayrıca son derece hafif olma özelliğini de bünyesinde barındıran örümcek ağları, dünyanın çevresi boyunca uzaması halinde 320 grama ulaşıyor.

Örümceklerin 380 milyon yıldır ördükleri ipliklerin hammaddesinin saç, tırnak, tüy ve deri gibi birbirinden çok farklı maddelerin yapı taşı olan "keratin" adlı proteinden oluştuğunu belirleyen zoologlar, gerilme esneklikleri çok fazla olan örümcek ipeğini kopartmak için gereken enerjinin, benzer biyolojik materyalleri koparmak için gereken enerjiden on kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardılar.

Renk körü olan örümceklerin bozulan ağını yiyerek yeniden iplikçik ürettiği de kaydeden uzmanlar, ağların tamamen geri dönüşümlü olması sebebiyle araştırmalarını aralıksız olarak sürdürüyor.[1]
Kaynaklar
[1] www.dostlukvadisi.org/archive/index.php?t-3082.html

Kelebek Etkisi ve Kaos Teorisi



Kelebek Etkisi ve Kaos Teorisi

Hayatımızda aldığımız kararlar ve yaptığımız seçimler, geleceğimizi belirler. Bunu en iyi "kelebek etkisi teorisi" açıklamaktadır. 1972 yılında Edward Lorenz tarafından öne sürülen teoriye göre; "Afrika'da kanat çırpan bir kelebek, Amerika'da fırtına yaratır".

Her şey, birbirine etki eder zincirleme olarak ve hayatı var eden bu döngüdür. İnsan hayatının ne kadar hassas dengeler üzerine kurulu olduğunu; minik bir kartopunun nasıl bir çığa dönüşebileceğini, hayatımızda önemsiz görünen her şeyin aslında hayatımızın akışını etkilediğini anlatır.

Aslında hayatın içindeki mükemmel sisteme en yakın örnek insandır. İnsanoğlunun geçmişi her ne kadar milyonlarca yıl öncesine dayansa da, bilim her geçen gün "insan" hakkında yeni bilgilere ulaşmaktadır. Beynimizin ne kadar sistematik ve mükemmel olduğunu anlamaktayız. Belki de tüm yaradılışın arkasındaki gizem, beynimizde saklı, onu keşfetmemizi bekliyor.[1]
Kelebek Etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir. İsmi, Edward N. Lorenz'in hava durumuyla verdiği örnekten geliyor: Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabilir.[2]

"Kelebek Etkisi"ni 1963 yılında Edward N. Lorenz bilgisayarıyla hava durumuyla ilgili hesaplar yaparken buldu. İlk hesaplamasında 0,506127 sayısını başlangıç verisi olarak kullandı. İkinci hesaplamada ise 0,506 sayısını verdi. İki sayı arasında sadece yaklaşık 1/1000 (binde bir), yani bir kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgarla eşdeğerde fark olmasına rağmen, süreç içinde ikinci hesap birinci hesaba karşın çok farklı neticeler verdi.

Not: Lorenz'in 1963'te yayınlanan orijinal araştırması bir martının kanadını çırpmasının, hava durumunu sonsuza dek değiştireceğinden bahsetmektedir. Daha sonra verdiği konferanslarda Lorenz martıyı daha romantik olan kelebek ile değiştirdi. Ayrıca binde birlik fark ile kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgarın arasında bilimsel bir ilişkinin olduğundan bahsettiğini zannetmiyorum, bu sebeple eşdeğer kelimesi yukarıdaki paragrafta doğru kullanılmamıştır. Aşağıdaki resim, Lorenz differensiyal dengelerinin AB-3 metodu kullanılarak simule edildikten sonra x ve z eksenlerinin birbirine karşı çizilmesi ile elde edilmiştir. Bu sonuç bir çok kişi tarafından bir kelebeğe benzetilmektedir.[3]


Bu yasa evrenin işleyiş prensibinin en temel çekirdek noktalarından biridir çünkü aksi takdirde tek bir bireyin gelişimi, tek bir ulusun gelişimi tek bir gezegenin gelişimi söz konusu olurdu ama evren öyle bir şekilde tasarlanmış ki programı sadece gelişmek ve geliştirmek üzerine kurulu!…

Halkalar ve zincirler birbirlerine öyle bağlıdırlar, olaylar-oluşumlar birbirine öyle bağlıdırlar ki, sizin gelişiminiz bir diğerinin gelişimini tetiklemekte veya ona bir fayda sağlamakta ve bu böyle tıpkı suya atılan bir taş gibi halka halka ilerlemektedir. Halkalar giderek, açılarak büyümekte ve karşı kıyıya kadar varmaktadır.
Varoluş yasalarının en temel prensiplerinden biri olan gelişmek ve geliştirmek, tekamül etmek ve tekamül ettirmek evrensel işlevini her yerde korur. Evrende yaratılmış olduğunu gördüğünüz canlı cansız ama bir enerji taşımakta olan her türlü şey için bunu söyleyebiliriz. Gelişmek ve geliştirmek onun ana fonksiyonudur.

İnsanoğlunun bugüne kadar sorduğu sorularda hatta çoğu zaman benim vazifem nedir ve benzeri gibi çok sorduğu sorularının yanıtında ilk madde olarak: birinci vazifeniz gelişmek yani bireysel gelişiminizi yapmak ve geliştirmek yani diğerlerinin de gelişimine katkıda bulunmak demek mümkündür.

İnsan bu birincil vazifeyi tam olarak ne kadar yeterli bir performansla ve başarıyla tamamlarsa hem kendisinin gelecek yaşamları için, hem de şu an ki yaşamı için yeni kapıların, yeni olanakların açılmasına fırsat sağlamış olur.

Elindeki iş ne olursa olsun onu tam hakkını vererek yerine getirme potansiyeli, gerek karmik düzenler, gerek yeni yapılandırılacak yaşam biçimleri açısından faydalıdır. Sizin yaptığınız en önemli görevlerden bir tanesi bu gelişmek ve geliştirmek kapsamında aslında maddeyi geliştirmektir. Maddeyi geliştirmek yine yaşamsal fonksiyonlarınızdan biridir ve bu gezegendeki herkesi kapsar.[4]


Kelebek Etkisi ve Kaos Teorisi
Kelebek Etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir. İsmi, Edward N. Lorenz'in hava durumuyla verdiği örnekten geliyor:
"Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabilir."

Kaos Teorisi, sayısal bilgisayarların ve onların çıktılarını çok kolay görülebilir hale getiren ekranların ortaya çıkmasıyla gelişti ve son on yıl içinde popülerlik kazandı. Ancak kaotik davranış gösteren sistemlerde kestirim yapmanın imkansızlığı bu popüler görüntüyle birleşince, bilim adamları konuya oldukça kuşkucu bir gözle bakmaya başladılar. Fakat son yıllarda kaos teorisinin ve onun bir uzantısı olan fraktal geometrinin, borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe kadar uzanan çok farklı dallarda önemli kullanım alanları bulması ile bu kuşkular giderek yok olmaktadır.

Teoriye temel oluşturan matematiksel ve temel bilimsel bulgular, 18.yüzyıla, hatta bazı gözlemler antik çağlara kadar geri gidiyor. Yunan ve Çin mitolojilerinde yaradılış efsanelerinde başlangıçta bir kaosun olması rastlantı değil. Özellikle Çin mitolojisindeki kaosun, bugün bilimsel dilde tanımladığımız olgularla hayret verici bir benzerliği olduğunu görüyoruz. Batı'da da daha sonraki dönemlerde bilim adamları tarafından karmaşık olgulara dair gözlemler yapılmıştır.Poincare,Weierstra ss, von Koch, Cantor,Peano,Hausdorff, Besikoviç gibi çok üst düzey matematikçiler tarafından bu teorinin temel kavramları oluşturulmuştur.
Karmaşık sistem teorisinin ardında yatan yaklaşımı felsefe, özellikle de bilim felsefesi açısından inceleyecek olursak, ortaya ilginç bir olgu çıkıyor. Aslında bugün pozitif bilim olarak nitelendirdiğimiz şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, analitik oluşu yani parçadan tüme yönelmesi (Tümevarım).
Genelde karmaşık problemleri çözmede kullanılan ve bazen çok iyi sonuçlar veren bu yöntem gereğince, önce problem parçalanıyor ve ortaya çıkan daha basit alt problemler inceleniyor. Sonra, bu alt problemlerin çözümleri birleştirilerek, tüm problemin çözümü oluşturuluyor. Ancak bu yaklaşım görmezden gelerek ihmal ettiği parçalar arasındaki ilişkilerdir. Böyle bir sistem parçalandığında, bu ilişkiler yok oluyor ve parçaların tek tek çözümlerinin toplamı, asıl sistemin davranışını vermekten çok uzak olabiliyor.
Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmak. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür. Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar doğrusallığın geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır. Doğrusal bir sistemin girdisini x, çıktısını da y kabul edersek, x ile y arasında doğrusal sistemlere özgü şu ilişkiler olacaktır:

Bu özellikleri sağlayan sistemlere verilen karmaşık bir girdiyi parçalara ayırıp her birine karşılık gelen çıktıyı bulabilir, sonra bu çıktıların hepsini toplayarak karmaşık girdinin yanıtını elde edebiliriz. Ayrıca, doğrusal bir sistemin girdisini ölçerken yapacağımız ufak bir hata, çıktının hesabında da başlangıçtaki ölçüm hatasına orantılı bir hata verecektir. Halbuki doğrusal olmayan bir sistemde Y'yi kestirmeye çalıştığımızda ortaya çıkacak hata, X'in ölçümündeki ufak hata ile orantılı olmayacak, çok daha ciddi sapma ve yanılmalara yol açacaktır. İşte bu özelliklerinden dolayı doğrusal olmayan sistemler kaotik davranma potansiyelini içlerinde taşırlar.
Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizmdir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralı'na göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerlerini ne kadar yi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12'de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Bu görüş paralelinde ortaya konan en ünlü örnek ise yukarıda verilen Kelebek Etkisi denen modellemedir.

Kaos teoremi, bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkansızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması aslında o parametrelerin de bir çıktı olmasından kaynaklanır.

Dumanın hareketine neden olan hafifi bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hale sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler yaratması ve bu değişimlerin farklı düzenler yaratması yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve anarşinin aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur.[5]
Kriptografide Kelebek Etkisi
Kriptografik özet fonksiyonları, girdinin boyutundan bağımsız olarak sabit değerli özetler üretecek şekilde hazırlanırlar ve veri bütünlüğünün garanti edilmesinde kullanılırlar. Dolayısıyla verinin bir bitinin bile değişmesi sonuç değerin yarısından fazlasının değişmesine neden olmalıdır. Bu etkiye Kriptografide "avalanche effect" ya da "yığın etkisi" de denir.[2]

Örnek olarak MD5 algoritmasının verinin bir harfinin değişmesine olan tepkisi ürettiği özetin değişiminden:
MD5
= 4b09635281e148f0163b041e3582ec 74

Örneğin değişkenin baş harfini değiştirdiğimizde.

MD5
= 490678766826cc5a898d231a928464 aa

Yanıt: Şöyle başlayayım; Eğer hangi kelebeğin bu durumu meydana getirebileceğini bilseydik, bu kaotik bir etki sınıfına girmezdi. Kelebeği yakalar, "Aman, dur yapma!.." diyebilirdik. Kaos, nonlineer diferansiyel denklemlerin, belirli bir başlangıç koşulu için sonuçta yarattığı karmaşık etki. Olaylar için, doğada, şimdilik kaos'u bir kenara bırakacak olursak, iki tip davranış var. Ya, periyodik, yani birbirini tekrarlayan davranışlar (örnek, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketi). Ya da, rastgele (Random) (örnek, radyoaktif bozunma). Kaos ise bambaşka bir şey (örnek, musluktan akan su). Kaosçular ikiye ayrılıyor. Bir grup, temel davranış biçiminin kaos olduğu, diğer ikisinin bunun özel bir hali olduğunu düşünmekte. Diğer grup ise, temel davranışın yariyodik ya da rastgele oluşu, kaos'un ise bu ikisinin karışımı olduğunu düşünmekte. Ben, ilk grubun görüşünü daha akla yakın buluyorum. Nedeni ise, periyodik ve rastgele davranışların ikisi de lineer diferansiyel denklemlerin çözümleri. Ama, doğa nonlineer'dir.[3]


Kelebek Etkisi ve VoIP Teknolojisi
Kelebek etkisi bildiğiniz üzere Kaos teoremine dayanan bir deyim. Anlattığı ise bir kelebeğin kanat çırpışının kilometrelerce ötede bir fırtınaya sebep olabileceği üzerine.

Burada bahsettiğimiz Kelebek ise “VoIP” teknolojisi. 90'ların ortasında kanatlarını çırpmaya başlayan bu teknoloji bugünlerde sert rüzgarlar halinde esmeye başladı ve uzmanların görüşlerine göre 2008 ile 2010 yılları arasında ciddi bir fırtınaya dönüşecek.

Bu öyle bir fırtına ki köklü telekomünikasyon şirketlerinin stratejilerini değiştirmesine sebep oluyor. Bütün firmalar yaklaşan fırtınaya karşı önlemlerini alıyorlar. Belli ki bu fırtına bazı büyük firmaları yerinden söküp atacak kuvette. Bazı küçük ve orta büyüklüktekileri de abilerinin yanına taşıyacak.

Peki neye dayanarak diyeceksiniz. İşte size sebepleri;

Öncelikle klasik telekomünikasyon sistemleri ile VoIP çalışan sistemleri incelemek gerekli. Klasik yani TDM temelli sistemler büyük oranda bu amaca hizmet eden elektronik devrelerdir. Bu sistemlerin geliştirme maliyetleri yüksektir çünkü bu sistemlerin tasarlanması için çok sayıda nitelikli mühendislere ihtiyacınız vardır. Sistemin temeli inşâ edildikten sonra üzerinde radikal değişiklikler gerçekleştirmeniz hemen hemen imkansızdır çünkü bu tip değişiklikler çoğunlukla elektronik dizayn gerektirir. Bahsettiğimiz bu işlemlerin hepsi ciddi birer maliyet kalemidir. Tabii ki bu ürünlerin üretimi için ciddi bir üretim tesisi de gerekmektedir. Bütün bunların sonunda görevini yerine layığıyla getiren ama sahip olma ve işletme maliyetleri yüksek bir sisteme sahip olursunuz.

VoIP çalışan sistemler ise büyük oranda yazılım temellidir. Birçok amaç için üretilen PC tabanlı sistemler üzerinde çalışırlar. Geliştirme maliyeti TDM temelli santrallere göre düşüktür çünkü yerine getireceği fonksiyonlar yazılım tarafından karşılanır. Çoğunlukla elektronik dizayn gerektirmez. Daha yüksek kapasiteli işlemciler kullanıldığından birden fazla fonksiyonu yerine getirebilirler. Amaca özel değil genele hizmet eden donanımlar kullanıldığı için ilk sahip olma maliyeti ve işletme maliyeti TDM temelli sistemlere göre daha avantajlıdır. Üretimi için daha küçük bir üretim bandı yeterlidir.

Bu açıdan baktığınız zaman VoIP teknolojisinin yarattığı rahatsızlık gayet doğaldır. Çünkü VoIP bir değişimdir. İletişim sistemlerinin üretiminde, İş yapış şeklimizde ve hatta yaşayış şeklimizde. GSM teknolojisi hayatımızı nasıl değiştirdiyse VoIP de aynı şekilde değiştirecektir ve hatta değiştiriyor da.

Bilindiği gibi değişimi kabullenmenin çeşitli aşamaları var. Bunlar;

- Denge
- Hareketsizlik
- İnkar
- Kızgınlık
- Pazarlık
- Depresyon
- Test
- Kabullenme

Şu anda kullanıcılar ve üreticiler bu aşamalardan geçmekte. Kimileri daha ilk safhalardayken kimileri bu değişikliği kabullenmiş ve hatta bu değişiklikten faydalanabilmeleri için yollar arıyor yada uyguluyorlar.

Örneğin son günlerde birleşme haberi ile gündeme gelen Avaya'yı ele alalım. TDM temelli santrallerden gelen Avaya uzun süredir IP temelli sistemler ile müşterilerine hizmet vermekte ve bu alanda araştırma şirketleri tarafından Pazar lideri olarak gösterilmekte. Peki milyar dolar ciro yapan ve büyümesini devam ettiren bir şirket neden böyle bir birleşme gerçekleştireceğini duyursun?

Kimilerine göre bu ticari bir durum olarak yorumlanırken bazı çevreler bunu değişen piyasa şartlarına göre Avaya tarafından öngörülen bir düzenleme olarak yorumluyor.

Çünkü VoIP sebebiyle artık iletişim bir yazılım işi haline dönüştü ve hatta yazılım destekli servisler olma yolunda ilerliyor. Şirketlerin iletişim ile ilgili beklentileri değişiyor ve artık daha farklı alanlarda bu yazılımları kullanmak istiyorlar. İletişim sistemlerini artık süreçlerinin birer parçası haline getirmek istiyorlar. Avaya gibi bir şirket için bile böyle büyük bir şirketi bu ihtiyaçları karşılayacak ürünler veya servisler verecek hale getirmek ciddi bir maliyet demek.

Bu aşamada iki kuraldan bahsetmek istiyorum.

Bunlardan ilki Metcalfe kanunu. 3M şirketinin kurucusu olan Robert Metcalfe; “Bilgi ağlarının kullanılabilirliği yada faydası, kullanıcıların sayısının karesi ile doğru orantılıdır.” şeklinde ifade ettiği bir kanun ortaya koymuştur.

Diğeri ise “Disruption” kanunu. “Disruption” Türkçe'de aksama, kesilme anlamına geliyor. Bu kanuna göre; teknolojik sistemler Moore yasasının da gösterdiği şekilde üstel olarak gelişir. Bu gelişim ve değişim belirli bir yoğunluğa geldiği zaman ilgisiz gibi görünen başka sistemleri de etkiler.

Bu iki kanun aslında VoIP teknolojisinin bugünkü durumunu gayet iyi özetliyor. Genişbant İnternet erişimi ve kullanıcıların yaygınlaşması Skype gibi iletişim sistemlerinin önünü açtı. Yaygınlaşan ve talebi artan bu teknoloji ise artık belirli bir doygunluğa ulaştı ve şu anda başka sistemlerin gelişimini tetikliyor. Örneğin GSM telefonların üzerinde SIP desteği gelmeye başladı.

Artık Microsoft gibi büyük yazılım şirketleri bu alana girmeye başladılar. Mevcut şirketler değişen şartlara göre stratejilerini gözden geçiriyorlar. Açık kaynak yazılım üreten topluluklar bu alanda bir çok proje ürettiler ve üretiyorlar. Hatta açık kaynak VoIP yazılımları başka Açık Kaynak yazılımlarla entegre oldular. Bu durum servis konusunda tecrübeli daha ufak şirketleri bu alana çekiyor. Bu değişimin sebebi ise 90'ların ortasında kanatlarını çırpmaya başlayan VoIP kelebeği. [6]


Sinemada "Kelebek Etkisi"
Künye
Kelebek Etkisi (The Butterfly Effect), 2004 yılı ABD yapımı bir dram, bilim kurgu ve gerilim filmidir. Başrollerini Ashton Kutcher, Amy Smart, Eric Stoltz paylaşır.
Oyuncular
Ashton Kutcher - Evan Treborn
Amy Smart - Kayleigh Miller
Melora Walters - Andrea Treborn
Elden Henson - Lenny Kagan
William Lee Scott - Tommy Miller
John Patrick Amedori - Evan Treborn
Irene Gorovaia - Kayleigh Miller
Kevin G. Schmidt - Lenny Kagan
Jesse James - Tommy Miller
Logan Lerman - Evan Treborn
Sarah Widdows - Kayleigh Miller
Jake Kaese - Lenny Kagan
Cameron Bright - Tommy Miller
Eric Stoltz - George Miller
Kevin Durand - Carlos
Callum Keith Rennie - Jason Treborn
Lorena Gale - Bayan Boswell
Ethan Suplee - Thumper
Tara Wilson - Heidi
Jesse Hutch - Spencer
Sarah Gruber - Bystander [7]
Filmin Konusu
Evan Treborn zaman mevhumunu yitirmiştir. Hayatının erken evrelerinden itibaren, önemli anları bir unutkanlık kara deliğinde yok olmuş, çocukluğu hatırlayamadığı bir dizi dehşet verici olayla gölgelenmiştir. Geriye kalansa hafızasının hayaleti ve çevresindeki kırık hayatlardır: Çocukluk arkadaşları Kayleigh, Lenny ve Tommy'nin hayatları.

Çocukluğu boyunca, Evan kendisini günlük tutmaya ve günlük hayatındaki ayrıntıları yazmaya teşvik eden bir psikologun gözetimindedir. Artık üniversitede olan Evan, günlüklerinden birini okurken, kendini birden bire ve açıklanamayan bir nedenle geçmişe dönmüş bulur. Anlar ki yatağının altında sakladığı defterler geçmişe dönüp, hatıralarını anımsayabilmesi için birer araçtırlar. Ama bu anımsayışlar, arkadaşlarının, özellikle de yetişkinliğinde de sevmeye devam ettiği çocukluk aşkı Kayleigh'nin yıkılmış hayatından sorumluluk duymasına neden olur.

Çocukken elinden gelmeyen şeyleri yapmaya karar veren Evan, kasıtlı olarak geçmişe yolculuklar yapar. Bugünkü aklıyla çocukluk bedenine girerek, tarihi yeniden yazmaya, ve arkadaşlarını ve sevdiklerini bu travmatik deneyimlerden kurtarmaya çabalar.

Ama Evan, ne zaman geçmişte bir şey değiştirse, yaptıklarının bugünde beklenmedik ve feci sonuçlar doğurduğunu görür. Ne kadar çaba gösterirse göstersin, kendisi ile Kayleigh'in "sonsuza dek mutlu" yaşadıkları bir gerçeklik dünyası yaratamayacak gibi gözükmektedir.[8]
Kaynaklar
[1] www.goncaguzel.com/kelebek_etkisi.aspx
[2] tr.wikipedia.org/wiki/Kelebek_Etkisi_(matematik)
[3] www.hackhell.com/kriptoloji/188495-kelebek-etkisi-nedir.html
[4] site.mynet.com/astrogundem/g28.htm
[5] www.misafir.net/bunlari-biliyor-musunuz/89970-kelebek-etkisi-ve-kaos-teorisi.html
[7] tr.wikipedia.org/wiki/Kelebek_Etkisi_(film)
[6] www.turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=18471
[8] www.film.com.tr/film.cfm?fid=932




MUSTAFA ŞAHİN  
 


.com


DUYURU PANOMUZ


AĞAÇ DİKME ÇALIŞMALARI ÇOK GÜZEL ŞEKİLDE YAPILDI...


- ARKADAŞLAR SİTEYE RESİM GÖNDEREBİLİRSİNİZ. MSN ÜZERİNDEN muuglaa@hotmail.com ADRESİNDEN GÖNDERİNİZ. AYRICA RESİMLER SAYFASINDAN SİTEYE ÜYE OLARAK DA GÖNDEREBİLİRSİNİZ TEŞEKKÜRLER



İÇERİKLERİMİZ GÜNCELLENMEKTEDİR..



- AĞAÇ DİKME FESTİVALİ BAŞLADI..




ZİYARETÇİ DEFTERİNE NOT BIRAKABİLİRSİNİZ

 
DİİİİKKKKAAAATTTT  
  MÜÜÜÜZZİİİİİİKKKK  
GÜNÜN SÖZÜ VE BİLMECE  
   
HAFTANIN ŞİİRİ  
  Benden selam olsun Bolu Beyi' ne



Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır.
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir.

Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı.
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

Köroğlu düşer mi yine sanından,
Ayırır çoğunu er meydanından,
Kırat köpüğünden , düşman kanından
Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır.
.

Köroğlu



 
bugün 1 ziyaretçi (9 klik) KİŞİ burdaydı!
tütüne son Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol